Bu Blogda Ara

30 Nisan 2007 Pazartesi

Aşkım Rodna/ Bir Pomak Öyküsü

Aşkım Rodna / Bir Pomak Öyküsü

Konuşma arasında bir ara Pero şöyle dedi: "Aslında sorun tam olarak din de değil... Sadece din olmuş olsaydı tüm bu olaylar yaşanmazdı. Geçmişte çok büyük sorunlar çıkmamıştı. Sadece evlenmek yasaktı. Ayrı dinlere mensup insanlar çok iyi dosttu yıllarca. Bana kalırsa bu ayrımcılığı yaratanlar liderler. Kendi çıkarları uğruna her şeyi yapıyorlar ve hala yapmaktalar. Liderlerin amaçları, yönettikleri köylerin, kasabaların, şehirlerin tamamen kendilerine ait olması ve iktidarlarının sürmesi. Zavallı halk, çoluk çocuk bunun acısını çekiyor. Bir süre sonra yaratılan kinler o kadar büyüyor ki, ölenler ve öldürülenler, her iki taraf da kendi intikamlarının peşine düşüyor. Böylece liderler de hiçbir günahı, hiçbir sorumluluğu üstlenmek zorunda kalmadan amaçlarına ulaşıyorlar. Aslında bir süre sonra savaş onların da kontrolünden çıkıyor ve hatta çoğu liderler savaşlar bittikten sonra "anılarını" yazacak kadar olayın dışında görüyorlar kendilerini... Sanki nedenler onlardan kaynaklanmamış gibi..."

Yazar: Ertuğrul Aladağ

Yayınevi: Belge Yayınları

ISBN: 975-344-108-8

Basım tarihi: Mart 1996

22 Nisan 2007 Pazar

Bir Pomak Köyü Hasanbey

Bir Pomak Köyü HASANBEY

1 : Köyün konumu;

Hasanbey köyü Gönen ilçe merkezine 2 Km. mesafede ve ilçenin kuzeyinde Gönen-Biga asfaltının kenarına kurulmuştur. Köy genel olarak kuzeyden güneye doğru düz bir arazi üzerine kurulmuş tipik bir ova köyüdür.Arazinin genel olarak düz ve köyün kuruluş yeri Gönen ovasının kenarıdır.

2:HASANBEY Köyü Kuruluş Hikayesi;


Hasan bey köyü Rumi 1293,Miladi 1877 tarihinde yapılan Osmanlı-Rus savaşında Osmanlıların yenilgiye uğraması ile Bulgaristan’daki Osmanlı sınırları içinde yaşayan Türk ve Pomak vatandaşların, Osmanlıların buradan geri çekilmesi ile telaşa kapılarak buralardan Anadolu’ya kafileler halinde göç edip yeni yerleşim bölgeleri aramaya başladıkları dönemde kurulmuştur. Hasanbey köyü Pomakları bu tarihlerde Bulgaristanın kuzey batı Tuna boyunda bulunan şimdiki ’VRACHA’ vilayetinin ‘RAHVA’ kazasının ‘BELASLATİNA’ ya bağlı birkaç köyünde ikamet ediyorlardı. Zamanın padişahı göçlerin Anadolu içlerine yapılmasını istiyor ve Konya Haymana ovalarına yerleşecek olanlara yer gösterilmesini buyruk vermiştir . Ancak Pomaklar göç ettikleri yerlerin ormanlık ve yeşillik olması nedeniyle , çıplak bir yayla görünümünde olan yerleri beğenmeyip başka yerleşim yeri aramaya karar vermişler. Bu arayış sonunda kendi aralarında para toplayıp boş bir arazi alma kararı verilmiştir. Aralarından seçtikleri ileri gelenlerden 4 kişilik bir gurup halk adına yer aramak için teşebbüse geçerek bu işe koyulurlar .Aralarında bugün ölmüş bulunan Molla Osman ve arkadaşları tavsiye üzerine Gönen’e gelirler. Şimdiki köyün bulunduğu yeri Hacı Hasan Bey namında birisidir.Pazarlık sonucunda 3 bin dönüm kadar bir araziyi o zamanın parasıyla 3 bin altın yani 3 bin sarı liraya satın alırlar. Satın alma ve yer bulma işleminden sonra tekrar Bulgaristan’a dönen temsilciler kendi yakınlarına ve çevre köylerdeki tanıdıklarına da haber vererek hem göç hazırlığı hem de paylarına düşen parayı toplamaya başlarlar .Civar köylerde toplanan 70 kadar hane ki bunlar ,aynı köyden olmayıp bugün hatırlandığına göre (Bukuvech,Tlachene,Petrevan,Kapıca,Beleslatina,Chomakov) 6 köyden toplanmışlardır. Bu toplanan haneler 93 harbi diye adlandırılan savaştan bir süre sonra bir ilkbaharda öküz ve manda arabalarına yaptıkları örtüler içinde kendilerine gerekli erzaklar ve çok ucuza sattıkları ev ve arazilerinin paraları ile yola çıkarlar. Aylarca süren yorucu yolculuktan sonra Trakya’ya varırlar .

Yanlarına hayvan yiyeceği alamayan göçmenler bu yolculuk sırasında hayvanlarını mola vererek doyururlar .Anadolu ya geçiş zamanın ilkel deniz araçları ile Tekirdağ dan Erdek’e olmuştur. Hareketten 4 ay kadar bir süre sonra bu günkü yerleşim yerine varırlar. Yolculuk çok uzun ve yorucu olmuştur. Çiftliğe gelindiğinde mevsim sonbahara rastladığından yerleşim çok güç olmuştur. Gelenlerin bir kısmı şimdi çiftlik yeri diye anılan yerde bulunan çiftliğin birkaç harabe kulübesini tamir ederek sığınmış hayvanlarını da sayalara koymuşlardır. Barınak bulamayanlar ise örgü ve çamurdan kulübeler inşa etmiş güçlüklerle o kışı geçirmişlerdir.Barınak darlığından başka yiyecek darlığıda çekenler çok olmuş birçoğu boğaz tokluğuna çalışmıştır Hasanbey köyünün bugünkü kuruluşuda o zamanlara dayanır.
Yer darlığından sokaklar ve ana cadde köyün kuruluşunda biraz dar tutulmuştur.Amaç arazinin daralmaması olmuştur.Köyü kuzeyden güneye dik bir şekilde uzanan bir ana cadde üzerine batı kısmına 3, doğu kısmına 2 arsa gelecek şekilde ana caddeyi dik olarak kesen 5 ara sokak ve 6 ada üzerine taksim edip kendi aralarında parsellemişlerdir. Arsaların taksimi ekseri kare şeklinde ve 35-40 metre en ve boyunca tutulmuştur. Köyün satın alındığı arazi durumu ise beyana göre şöyle; Çiftliğin ovada 30-40 dönüm sürülür durumda tarla ,çay boyunda tahmini 100 dönümlük kumluk şimdiki bostanlık denilen mevki , yine bugünkü okul tarlasının kuzeyindeki yine tahmini 100 dönümlük çiftlik merası , birde Gönen karayolu üzerinde 50-60 dönümlük tarlası bulunuyormuş . Diğer satın alınan arazi ise mera , koruluk, çalılık olarak bulunuyormuş. İkametin sonraki yılında mera herkesin hissesine göre parsellenmiş ,ancak çiftçilik işine daha sonraki baharda başlanabilmiş.
İlk olarak mısır bostan ekimi daha sonraları ise tahıl ekimi yapılmaya başlanmıştır. Geldikleri yerlerde tütün ekimi ile uğraşan köylüler burada da tütün ekimine başlamış ancak yasak yüzünden hükümetle araları açılmış yaptıkları direnme sonunda burada da tütün ekimi gerçekleştirmişlerdir. Tütün ekiminin Gönen çevresine bu Pomaklar tarafından yayıldığı beyan edilmektedir. Bir, iki yıl içerisinde yeniden açılan yerler , yeni yer olduğundan güzel ürün vermiş biraz ferahlamışlardır.
Çiftlik satın alınırken çiftlik sahibi Hacı Hasan Bey’in bir şartı gereği köyün adı HACI HASANBEY olarak konmuş, ancak daha sonraları HASANBEY olarak kısaltılmıştır. Aradan geçen beş-on yıl sonra buralara kendileri ile gelemeyen başka yerlerde bulunan yakınlarının da buraya gelmeleri ile köy 120 haneye çıkmıştır.
3-Köyün Ekonomik Durumu;
Hasan bey köyünde 1950 yılına kadar sulu tarım yapılmamış bu tarihe kadar tahıl ekimi ön sıralarda bulunmuştur.Tütüncülük tarımda önde gelen uğraşlardan birini teşkil etmiştir.1950 yılından sonra köye su motorları girmeye başlamış ve bu tarihten sonra sulu tarıma dayalı çiftçiliğe geçilmiştir.Çevrede açılan salça ocaklarının teşviki ile domates ekimi başlamış.1975 yılında köy hudutları içinde yapılan Oba salça fabrikasının tesiri ile de domates ekimi bu tarihten sonra hayli gelişmiştir. 1954 yılında Susurluk şeker fabrikasının hizmete girmesi ile de köyde şeker pancarı ekimine başlanmıştır. Son 10 yıldan beri ise önemli bir gelir kaynağı olan çeltikçilik(pirinç ) köyde hızla yayılmış ,bugün 100 kişi dolayında çeltik ekimi yapan çiftçi mevcuttur. Ova kenarında kurulan ve son yıllarda nüfusu hızla artan Hasan bey köyünde arazi darlığı nedeni ile topraklardan azami derecede istifade edilmeye çalışılmakta ,daha çok gelir getirecek ürünlerin ekilmesine özen gösterilmektedir. Topraklardan yılda iki ürün alma çabası sürmektedir. Tahıl ve ayçiçeği ekimi ancak sulanamayan arazide yapılmakta, sulanabilen arazilerde Çeltik(Pirinç), Pancar,Domates,Fasulye ekimi daha çok yer tutmaktadır. Bugün 100 den fazla traktöre ve çok sayıda ekim araçları ile su motorlarının bulunduğu köy de tarım modern tarım araçları ile yapılmakta ve bundan istifade edilmektedir.1996 yılında su kanallarının geçmesi ile hem sulanan yer artmış hemde tarımda maliyet önemli derecede düşmüştür. Tarım işletmeciliği yanında köyde sınırlı imkanlarla da olsa süt inekçiliği yapılmaktadır.Ancak mera yokluğu nedeni ile hayvancılık pahalı ve zor şartlar altında yapılmaktadır.
Balıkesir/Gönen/Hasanbey

20 Nisan 2007 Cuma

Avrupa vatansiz halklar kurumu haritasi


Avrupa vatansiz halklar kurumunun bir haritasi.

19 Nisan 2007 Perşembe

İskeçe İli Pomakları Kültür Derneği

İskeçe ili pomakları kültür derneği

İskece ili pomaklari kültür derneği resmen faaliyete geçti.

TARiH 4 NiSAN 2007 ÇARŞAMBA İSKEÇE ZİRAAT BANKASININ TAM KARŞISINDA.iSKEÇE İLİ POMAKLARI KÜLTÜR DERNEĞİ TABELASI ASILDI...


POMAK derneginin kurucu uyeleri.

1.TAHIR KONDE

2.SEBAHATTIN KARAHOCA
3.HAMDI EFENDI
4.ALIYE EFENDI
5.EMINE KONDE
6.MUZAFFER HALIL IBRAM
7.NURIYE BACAK
8.RIDVAN KARAHOCA
9.IRFAH MEHMETALI
10.SAMIYE IMAM
11.HASAN MEHMETALI
12.FATMA MEHMETALI
13.NURIYE MAHMETALI
14.HASAN PUNCO
15.EMINE UZUN
16.CEMALI PUNCO
17.AYSE SEBEK HASAN
18.SABAH PUNCO
19.AYSE DILSIZ
20.SAFIYE SEBEK
21.AYSE PUNCO
22.HUSEYIN EFENDI
23.CEMALI IMAM
24.IBRAHIM MEHMETALI
25.ISMET KARAALI
26.NECMIYE KARAALI
27.FAHREDDIN CANBAZ
28.ISMET ARNAVUT
29.MEHMETALI CEMALI
30.AHMET MEHMETALI
31.HAMIDE IMAM
32.CEMIL IMAM
33/HAMIDE MEHMETALI
34.OSMAN EFENDI
35.RECEP VELI
36.AHMET UZUN

Pomakça Gazete için Yeni Girisim

POMAKCA GAZETE ICIN YENI GIRISIM

Selanik Ozel Pedagoji Akademisi ogrencilerinin cikardigi takvimde Turkce ve Yunanca'nin yani sira Pomakca 'Yeni Yiliniz Kutlu Olsun' yazisinin yer aldirilmasinin ardindan Pomakca bir gazete cikartilmaya calisiliyor. Gumulcine'de bulunan ''Pomak Arastirmalari Merkezi'' tarafindan desteklendigi one surulen 'Nazpres' gazetesinin yayinlanmasi icin calismalara hiz veriliyor.

Balkan Müziği İçin Bir Pusula Denemesi

BALKAN MÜZİĞİ İÇİN BİR PUSULA DENEMESİ

İnsanoğlu hayatı kolaylaştırmak için genelleme alıskanlığını geliştirmiş. Ancak bu durum bizi ayrıntılardan kaçıran, yaşamı eğitim durumumuzun biçimlendirdiği düşünce kalıplarına indirgeyen bir tuzak olmuş çoğu zaman. İşte Balkan muziği kavramı da bilgi eksikliğinin ve medyanın etkisiyle gerçek içeriğinden çok uzak noktalara düşmüş. Bregoviç ve nefesli çalgı bandoları, coşku, klarinet, Bulgar kadın sesleri ve ille de Romanlar; Balkan muziği denince anımsanan birkaç imaj. Sizi bu çok konuşulan ama az bilinen coğrafyada kısacık bir etnomuzikolojik yolculuğa çıkarmak istiyorum. Var mısınız?

Bulgaristan küçüklüğüne karşın yüzyılı aşkın bir süredir yapılan onbinlerce türkü derlemesiyle bölgesel farkları, halk çalgılarının çeşitliliği ve çok sayıda dahi müzisyeni ile inanılmaz bir hazinedir. Hıristiyanlık öncesi Pagan geleneklerin ve arkaik sarkı formlarının hala capcanlı ayakta durduğu ülkede şarkı söylemede kadınlar açıkça öndeler. Halk müziği icralarında genellikle erkekler çalar, kadınlar söyler. Zengin dans geleneği pek çok otantik toplulukça korunup dünyanin pek çok ülkesine taşınmaktadır. Bulgar folklorunda kadınların kendi aralarında soyledikleri sedenka şarkılarının ve çalışırken ya da çalışmanın ardından söylenen hasat şarkılarının büyük bir önemi vardır. Bunun dışında ağırlıklı olarak Osmanlı yönetimi yıllarıyla baglantılı çete şarkılarında da bol miktarda rastlanır.

Klarinetci İvo Papazov’un başını çektiği folk caz akımı ünlü Stambolovo festivalinden de beslenerek yetiştirdiği pek çok büyük müzisyen ve toplulukla müzik arenasındaki yerini çoktan aldı.

Türkiye sınırındaki Trakya bölgesi Bulgaristan’ın en zengin halk müziği kültürüne sahiptir. Tarihsel olaylara ve aşka dair sayısız uzun hava, dans eden iki kız grubunun karşılıklı söylediği horovodnalar otantik haliyle gayda, kaval, gadulka( bir çeşit kemençe), tambura ve tıpanın( davul) eşlik ettiği renkli dans geleneği bölgenin ortaya çıkan özellikleridir. Şarkıcılar Yanka Rupkina, Stepka Subotinova ve Yonco Karaivanov ile dans ve şarkı topluluğu Trakia Ensemble aklıma gelen pek çok isimden birkaçı.

Trakya’ya komşu Stranca bölgesi eski ve otantik şarkıların en güçlü yaşatıldığı yöre olmasıyla öne çıkmıştır. Ayrıca bir albüm başlığındaki anlatımla söylersek: ‘’ Gayda burada adeta tanrı gibidir.’’ Hemen gaydacılar Kostadin Varimezov, Petko Stefanov ve şarkıcı Manol Mihailov’un adlarını anmadan geçmeyeyim.

Dağlık Rodop bölgesinin halk müziği geleneği tüm bölgelerden bambaşkadır. Şarkı ve dansların hemen hepsine Rodoplar’a özgü Bulgaristan’daki en büyük boy gayda olan kabagayda eşlik eder. Yine şarkı ve danslarda Rodoplar dışında görülmeyen pentatonik gam görülür. Yiğitlik temasının en yaygın olduğu bölge burasıdır. Erkek şarkıcılardaki heybetli ve davudi söyleme özelliği dikkat çeker. Yüz Gayda Topluluğu her yaz(Rodop Pomak Festivali) hala Rodop dağlarını büyülü tınılarıyla doldurmaktadır. Şarkıcılar Georgi Ciligirov, Rumen Rodopski ve Valya Balkanska Bulgaristan dışında da iyi tanınmaktalar.

Sofya yakınındaki Sop dağında yaşayan Soplar ülkenin en canlı dans geleneğiyle birlikte ilk duyduğumuzda oldukça yadırgayabileceğimiz çok sesli arkaik söyleme biçimleriyle de öne çıkmışlardır. Şarkı ve danslara yine kaval, gayda, tambura ve gadulka eşlik eder ancak ayni zamanda çobanlar kavalın yanısıra bir çeşit küçük çifte kaval diyebileceğimiz duvoyanka da çalarlar. Graovo şehrinden şarkı ve dans topluluğu Sop Ensemble bölgenin en ünlü topluluğudur.

Tuna nehrini ve Dobruca’yı da içeren Kuzey Bulgaristan’da sakin ritimli şarkılar ve kıvrak dans havaları bir arada görülür. Makamlar genellikle daha batılı ve azıcık da Roman müziği kokusu taşır. Şarkıcılar Boris Masalov, Sonya Kanceva ve Galina Durmuşliska ile canlı icralarıyla dikkat çeken Orkestar Horo yine bölgeden aklıma gelen ilk adlardan.

Makedonya sınırındaki dağlık Pirin bölgesi Makedon müzik geleneğiyle yakın akrabadır. Kendine özgü arkaik çok sesliliğin hala iyi korunduğu bölgede şarkılara eşlik eden otantik sazlar iki telli tambura, gayda ve darbukadır. Dans havaları ise davul zurna ile çalınır. Eger Makedon müziğinin köklerini arıyorsanız Biserov Kardeşleri, Bansko köyünün erkek vokal grubunu, Gotse Delcev Topluluğunu ve şarkıcı Kostadin Gogov’u mutlaka dinlemelisiniz. Bulgaristan şarkı ve dans ritimleri açısından dünyanın en büyük çeşitliliği gösteren ülkesidir. Dans türlerine kabaca bakacak olursak 5/8’lik payduşka, 7/8’lik racenitsa, 9/16’lık dayçovo horo, 11/8’lik gankino horo, 13/8’lik krivo horo, 15/8’lik bucimis ve 2/4’lük pravo horo en yaygın danslardır.

Yirminci yüzyıl başında akordeon halk türkülerinin ve dans havalarının en başta gelen eşlik çalgısı olmakla kalmayıp büyük ustaların yetiştiği bir solo çalgı haline gelmiştir. Eski ustalardan Boris Karlov , Emil Kolev ve İvan Kırev’i; cağdaş akordeonculardansa Peter Ralçev, Nesko Nesev, Trayco Sinapov, İvan Milev gibi isimleri anmalıyım.

1951 yılında çağdaş Bulgar çok sesli halk müziği geleneğinin kurucusu ünlü besteci, derlemeci ve düzenlemeci Filip Kutev’in kurduğu Filip Kutev Dans ve Şarkı Topluluğu Bulgar müziğinde tam anlamıyla bir devrim gerçekleştirdi. Sosyalist yönetimin de özendirmesiyle her şehirde, her kasabada bizim son on yıl içinde Türkiye sahnelerinde görmeye başladığımız kadın korolarına benzer korolar kurulmaya başlandı. Bu korolardan en ünlü ikisi Le Mister de Voix Bulgares ve Angelite korolarıdır.

Son olarak Rodop ve Pirin dağlarında yaşayan ve bugün geleneklerini büyük güçlüklerle korumaya gayret eden Pomaklar ile ağırlıklı olarak Kırcali ve çevresinde yaşayan Türk azınlıktan söz etmeliyim. Sayıları son derece az olan Pomaklar hala toplumdan büyük ölçüde yalıtılmış ve kendi yazgılarıyla başbaşa bırakılmış bir toplum olarak karşımıza çıkar.


Bulgaristan’da eski yıllarda Türk azınlığın müzik kültürü pek önem görmemiş; Bulgar halk türkülerini ortaya çıkarmak için yapılan binlerce derleme Türk azınlık bakımından karşılığını bulmamıştır. Ancak devletin plak şirketi Balkanton ellili yıllardan itibaren Türk müziği içeren pek çok 78’lik, 45’lik ve 33’lük yayınlamıştır. Bunlar daha çok düzenlenmiş stüdyo kayıtlarıdır. Üç Ses Üç Saz Topluluğu, şarkıcılar Sıdıka Ahmedova, efsanevi Kadriye Latifova, Osman Azizov ve klarinet ustası Mümin Ali Kırisev Türk azınlığın yetiştirdiği unutulmaz isimlerdir. Kadriye Latifova’nın(Pomak) seslendirdiği ünlü Lofçalı türküsü şöyle diyor:

Lofça’nin ardında kaya

Kayadan bakarlar aya

Canım Lofçalı doldur ah fincanı fincanı

Hadi gel canım Lofçalı

Lofçanın ardında kaldım

Veresiye rakı şarap aldım

Canım Lofçalı doldur ah fincanı fincanı

Hadi gel canım Lofçalı


İşte size küçük bir Bulgaristan halk müziği rehberi. Bu kuşkusuz yerimizin elverdiği oranda da eksiklerle dolu bir rehber.


Muammer Ketencioğlu, 24 Haziran 2005

Pomakların Yaşadığı Bölgeler ve Nüfusu

POMAKLAR’IN YAŞADIĞI BÖLGELER ve NÜFUSU

1- Türkiye ; Pomaklar’ın Türkiyeye gelişi 1878(eski takvime göre 1293 ve bu yüzden Türkiyede genelde 93 macırı adlandırmasıda yapılmaktadır) yılı Osmanlı-Rus savaşından sonra ve izleyen yıllarda yaşanan göçlerle yoğunluk kazanmıştır.


Yerleşim bölgeleri ; Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Edirne, İstanbul, İzmir , Kırklareli, Kocaeli,Kütahya,Samsun,Tekirdağ,Muğla .


Nüfus genel olarak net tespiti yapılamamıstır. Çünki devletin politik bakış açısı gereği Pomaklar’ı Türk olarak saymaktadır ve sayımlarda diğer etnik kültürlere yaptığı gibi yok saymakta ve Türk olarak kayıtlara geçirmektedir. Uluslararası kayıtlara göre 1878 ve sonrasında yaşanan göçlerde 300bin olduğu ve tabiki sonraki yılardaki nüfus artışı dikkate alınmadan verilmiş bir rakkamdır bu (1965’te Almanya Tübingen Enstitüsü). Son yapılan araştırmaya göre ise(Erciyes Üniversitesi/Türkiyede etnik guruplar .2000.) Pomak nüfusu 600 bin olarak tespit edilmiştir.


2- Bulgaristan ; Pomaklar,Bulgaristan’da Smolyan , Blagoevgrad , Pazarcık, Velingrad, Razlog, Kırcali, Gotse Delcev bölgelerinde ve Mesta Vadisi, Rodop dağlarında sıkışık alanlarda yaşamakatadır .Lofça bölgesi civarında ise küçük Pomak grupları bulunmaktadır. Bununla birlikte Pomakların %90’ı Rodop dağlarının güneyinde bulunmaktadır.

Bulgar İçişleri Bakanlığının1989’da Pomaklar için yaptığı çalışmada, nüfuslarının 268.971 ile toplam nüfusun %3’ünü oluşturduğunu ortaya koymuştur.


3- Yunanistan ; Yunanistan’daki Pomaklar genellikle Batı Trakya’da yaşamaktadır. Batı Trakya’nın üç ili’nde, çoğunlukla Bulgaristan sınırı yakınlarındaki köylerde,İskeçe, Gümülcine,ve Dimetoka’da yaşamaktadırlar. Pomaklar’ın yaklaşık 40.000’i(İskeçe (Xanthi) ; 27.000 , Gümülcine (Komotini) ’ de 13.000 ) yasak bölge denilen yerde yaşamaktadır. Diğer nüfus Batı Trakya’ya yayılmıştır ve Pomak nüfusu Batı Trakyadaki müslüman azınlığın %35’ini oluşturmaktadır


4- Makedonya ; Makedonyada Pomaklar Berovo,Debar,Bitola,Struga,Dolna Reka ve Üsküp civarında yaşamaktadırlar.Nüfusları tam tespit edilememekle birlikte toplam 40.000 olduğu söylenmektedir.


5- Arnavutluk ;Arnavutlukta Pomaklar genellikle Makedon sınırına yakın olan Golo veBardo civarında yaşamaktadırlar.Fakat bu güne kadar Arnavutluk Pomakları hakında çokta ayrıntılı araştırma olmamıştır. Hatta tamamen yok sayılmıştır. Tahmin edilen nüfuslarına bakıldığında garip gelmektedir. Çünki kaynaklar Arnavutluk’taki Pomak nüfusunu 80.000-120.000 olduğunu tahmin etmektedirler.


6- Diğer Yerler ; Tüm bunların yanında 1878 göçleri döneminde 1.000 ailenin İtalya’ya ve 1.000 aile’ninde İsviçre’ya göçettirildiği ve iskan edildikleri verisi mevcuttur

18 Nisan 2007 Çarşamba

Trakya,Ergene,Pavli-Pehlivanköy - 3 -

Trakya, Ergene, Pavli -Pehlivanköy-(3)


“...Bir köprü geçtimyarısında fenerler pırıl pırılyarısı kapkaranlıktı...”Nazım Hikmet


Rivayet o ki:köprü Pavlu adlı bir usta tarafından yapılır. Yapım sırasında tüm çabalara rağmen orta kemeri tutturmak bir türlü mümkün olmaz. Pavlu usta, bir yiğidin kurban edilerek duvarın içine gömülmesi ile kemerin ayakta kalabileceğini söyler. Çare olarak, kendilerine her gün yemek taşıyan kadınlar arasında kura çekilir, her kim ki kurada çıkarsa kurban edilecektir. Ertesi gün yemek getirecek kadına kura isabet eder, kadın yeni doğum yapmıştır ve çocuğunu emzirmektedir. Kadın kemere sıkıştırılarak kurban edilir ve böylece kemer tamamlanır. Sonrasında, her cuma gecesi köprü ayağında ağlayan kadın sesi duyulduğu ve iki taş arasından süt aktığı söylenir. Pehlivanköy adının bu rivayete dayandırıldığı da ifade edilir.
İşte bu köprünün yanıbaşı rivayete inat, bir şenliktir şimdi... “yarısında fenerler pırıl pırıl, yarısı kapkaranlık...” İşte bu pırıltıların yanıbaşındaki karanlık; bir zamanlar, Trakya’yı sevgiyle saran, kendine sanki “Trakya’nın Nil’i” hayranlığıyla baktıran Ergene’dir. Yanıbaşındaki bu görkemli şenliğin sesini duymaz artık... Kendinden bir şeyler yitirmiş insan misali; kirlenen suları ile, orada öylece sessiz, tarihte, kendisi için (sanki) boşa feda edilen bir yüreğe yanar gibi durur... Geçmişte su demek, 10.000 dekarlık Ergene Havzası için hayat demekti... Onlarca, yüzlerce ton buğday, şekerpancarı, çeltik, ayçiçeği demekti... Kısaca verimli bir Trakya demekti... Ayçiçekleri yani Günebakanlar, en soylu kalabalıklarıydılar Ergene’nin. Sonrası daha zordu Ergene için.. Kirlenen birçok şey gibi, Ergene de nasibini aldı bu kirlilikten. Ve günebakanlar birer birer eğdiler başlarını...
Yine bir rivayet
Osmanlı padişahı Abdülaziz güreşe meraklı olduğundan ve kendisi de pehlivan olduğundan, zamanın ünlü pehlivanlarını cariyeleriyle evlendirir. Padişah bu pehlivanlara toprak vererek, onları Büyükmandıra ve Pehlivanköy civarındaki verimli topraklara yerleştirir. Tarihçilerin belirttiğine göre, bölgede isim yapmış pehlivanların yetişmiş olması bölgenin cumhuriyetten sonra Pehlivanköy olarak anılmasına neden olmuş. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yörede önceleri Rumların ve Çerkezlerin yaşadığı bilinmektedir. Pehlivanköy I. Dünya Savaşı sonrası Yunan işgaline uğramış ve önemli direnişlerin merkezi olmustur.
Güneş doğuyor ve sabaha, pis bir Ergene kokusuyla uyanıyor Pavli...
Eylül sabahlarının serinliğine inat, rüzgar alıp başını kaçıyor. Rivayetteki o meşhur pehlivanların aksine, ”pes” etmiş bir görüntü veren Ergene, güneşin ilk ışıklarıyla, kendini olduğundan farklı göstermeye çalışıyor... Ama belli ki; hala ve hayli yorgun... O’nun bu hali, dalıp giden gözlerimizin önüne; geçmişteki tanıklıklarını getiriyor. Aynı, eskiden olduğu gibi taşkın ve coşkulu...
Söğüt dallarının sularını yaladığı kıyısında sabahlara kadar yakı lan ateşlerden, Güzel Marmara (köpek öldüren) eşlikli muhabbetlere,hey gidi “Miryana, Sazan, delikanlı Hasan” dedirten, delikanlı ve bıçkın arkadaşlıklardan, güzel buluşmalara ve “Arzu ile Kanber”i kıskandıracak nice aşklara kadar......

Trakya,Ergene,Pavli-Pehlivanköy - 2 -




Trakya,Ergene, Pavli-Pehlivanköy- (2)





“...Ve duyuluyor çok uzaktabir tren sesi...”




Panayır alanı yöre halkının içten ve sıcak duygularıyla hayat buluyor. Ovanın ortasından, kasabanın kalbinden geçmekte olan tren onları ne korkutuyor, ne de rahatsız ediyor. Vakit akşam olduğunda, özellikle kadınlar ve çocuklar, günde yalnızca iki kez istasyona uğrayan “treni” ve ovadaki eğlenceleri izlemek için, rayların az ötesinde, hafifçe yüksek bir yerin kenarına ip gibi dizilip, günebakanlarını çıtlatıyorlar. Daha geri planda, panayır alanıyla sınır olan kahvehanelerde de durum farklı değil, yalnızca figüranlar değişik. Yörenin erkekleri, rayların ardındaki yolun kenarına sıralanmış ağaçlıklı kahvehanelerin gölgeli bahçelerinde, büyük bir zevkle çaylarını hüpürdetip, ‘muhabbetlerini’ koyulaştırıyorlar. Trenler, ilçenin askere gidecek gençleri için de ayrı bir önem arz ediyor. İlçede, askere gidecek gençler, tren istasyonunda yapılan törenlerle uğurlanıyor. Yöre halkı bu uğurlamayı, “asker düğünü” olarak adlandırıyor.Bir Çorlu, bir Lüleburgaz, bir Babaeski için E-5 karayolu ne anlam ifade ediyorsa, Pehlivanköy için demiryolu aynı şeyi ifade ediyor -sapa kalsa bile -. İstasyon binalarının bildiğimiz o kendine özgü yapısı, Pehlivanköy’e ayrı bir hava veriyor. Kiremit ve sarı renklerle boyalı, iki katlı bu taş bina, 1889 yılında yapılışından bu yana zamana meydan okuyarak, özgün duruşunu korumuş. İstasyon binaları, Şark Demiryolları adındaki bir Fransız şirketi tarafından yapılmış ve Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk’ün ulusallaştırdığı demiryollarının, yani TCDD’nin malı olmuş.



Panayırın Kapısı



Bir anlamda panayırın kapısıdır tren yolu. Aynı zamanda, İlçe merkeziyle panayırın kurulduğu ovanın sınırı. Rayların ötesindeki dünyaya karışmak için sadece bir adım atmak yeterli. Adımınızı atmanızla birlikte, “Kenar mahallede bir pazar günü”nü anımsatan pazaryeri ile başlayan panayırın renkli dünyasına girersiniz. Bir an aklımıza düşen “pazarcı imajı”nın aksine; satıcıların mallarını satmak için sürekli bağırdıkları bir pazar yeri görünümü yoktur. Bu kakofoni içinde sesini duyurmak gibi bir kaygıları da yoktur. Panayırın sesiz ama neşeli ve bilgiç havası, insanların ne amaçla geldiği, çoğunluğun birbirini tanıdığı, kimin alışveriş yapıp, kimin yapmayacağınının çoğunlukla bilindiği izlenimini verir. Satıcılar büyük bir sükunetle işlerini yaparlar. Burada gözümüze en çok çarpan helvacılar oluyor. Herhalde bu kadar çok helvacının bir arada olduğu bir yer çok nadir görülür, neredeyse iki pazarcıdan biri helvacıdır. Susamlı, koz, pembe gofretli helvalar...

Bu renk ve tat cümbüşü, çocuklar için ne çok şey ifade ediyor olmalı. Zaten panayıra gelirken, annesinden “mutlaka helva alınacağına dair” güvence alan bir çocuğa, “hadee elva” diye bağırmanın bir gereği de kalmaz sanki...

Neyse, bizim de canımız (ilgimizi de) çektiğindendir ki, “ya şundadır, ya bunda...” deyip, bu kadar çok helvacı arasından birisine yöneliyoruz... Yaptığı nefis helva bulamacından bir parmak taddıran ustaya, helvanın tarifini soruyoruz. Büyük bir gururla; “ustalık” diyor ve tarifini sadece kendine saklıyor.Yolumuzun üstü, oyuncakçılar, elbise ve iç çamaşırcılar, çorapçılar, ayakkabıcılar, nayloncular, hediyelik eşya satıcıları... arada çayhaneler... tostçular, kuruyemişçiler, ara ara köftecilerle dolu. Tam bir pazar cümbüşü, hırdavatçılar ve kasetçiler de ekleniyor bu cümbüşe. İlerledikçe davul zurna sesleri artıyor, bir başka duyguyla ilerliyoruz şimdi... Buraya gelmeden önce, bu panayırın her yönüyle renkli olduğu yönündeki kanaati herksin vardır, coşkulu davul zurna seslerini içimizde duydukça, daha da güçlendiriyor bu kanaatleri. Panayırın asıl özüne doğru yaklaşıyoruz. Tam burada tarihin sesi duyuluyor: Davulların ritminden süzülen ahenk, sanki 110 sene öncesinden çıkıp gelen, Çerkez kabilelerinin, yaşadığı Pavli ruhunu yansıtıyor ve panayıra damgasını vuruyor. Heyecanımız ve bu renklilik karşısındaki hayranlığımızla birlikte merakımız da giderek artıyor.

Trakya,Ergene,Pavli(Pehkivanköy)-1-

Trakya , Ergene, Pavli-Pehlivanköy- 1 -



“...Ayçiçeği yiyen çocuk

yün ören kadın

rakısını yudumlayan adam

Sokağa bakan her hangi bir oda arka bahçede

her hangi bir mermer masa...”

Edip Cansever ..


Güneş bu toprakları çok sever, yazın sonuna gelindiğinde bile kendini gösterir ve o uçsuz bucaksız ovayı ısıtmaya devam eder. Ustaca bir kıvraklıkla ilerleyerek Trakya’yı baştanbaşa dolaş an Ergene Nehri, güneşin ısıttığı bu ovayı sevgiyle sarar. Güneş ve Ergene verimlilik demektir Trakya Ovası için...ERGENE’nin sularını, güneşin kendini cömertçe sunduğu bu verimli ovaya, Türkiye’nin en küçük dört ilçesinden biri olan Pehlivanköy ayrı bir sıcaklık katar. İstanbul’dan Edirne’ye, Trakya’yı tam ortadan biçen E-5 karayolundan 20km. içeride oluşu bile bu sıcaklığı bozamaz.İSTANBUL’dan çıkıp, Lüleburgaz ve Babaeski ilçelerini geçtikten sonra, gündöndü tarlalarının arasından Pehlivanköy’e sapıyoruz. Doğanca ve Kuştepe(Pomak Köyü ) köylerini ardımızda bıraktıktan sonra ilçedeyiz. Bir bez-afiş karşılıyor bizi ilk: “Pehlivanköy Panayırına Hoşgeldiniz”. İlçe merkezine çok uzak olmayan panayır alanı hemen seçiliyor. “Bir başka çadır kent”.
İnsanlar, yaşamın acımasızlığına karşın, geçmişten kalan duygularını yaşatmak adına, yüzyıllık geleneklerini bir kez daha yaşatmak için, bu sımsıcak Pehlivanköy ovasında toplanmışlar.
Bu; yüzyıldır süregelen ‘Pavli Panayırı’dır.Bir kaynağa göre, Bizans Dönemin’de bölgeye Pavlikanlar yerleşir ve Osmanlı Dönemi’nde de yaşamlarını devam ettirirler. Panayırın adı da; Pehlivanköy’e de yerleşmiş olan bu Pavlikanlar’dan geliyor.
Panayır, yöre halkının Pomak asıllı olması sebebiyle, “Pomak Bayramı” olarak da anılıyor. Pehlivanköy’ün bir başka kaynaktan öğrendiğimiz bilinen tarihi ise Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri ile başlıyor. Osmanlı sülalesinin ileri gelen aileleri Ergene Nehri’nin suladığı verimli topraklara yerleşir. 1361 yılında kurulan ilk köy Çenge Köyü olur. Bu köy bugünkü Çengerli köyüdür.


Diğer köylerin kurulması 1877 Osmanlı-Rus savaşından sonraya rastlar. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, Gazi Osman Paşa komutasında yapılan Plevne savunmasına rağmen, Çatalca önlerine kadar ilerleyen Rusların önünden kaçarak bölgeyi terk eden halkın yerine, savaş sonrası imzalanan Ayastefanos antlaşması ile Bulgaristan’ın İzver ve Lofça bölgesinden göç eden Türkler gelip yerleşirler. Göçler nedeniyle bölgeden ayrılan Çerkez kabileleri, bu bölgeyi “Pavli” ya da “Pavlu” olarak adlandırmışlar.Adı Pehlivanköy Panayırı olarak geçse de, yöre halkı ‘Pavli Panayırı’ ismini benimsemiştir. Bazı kaynaklar 110 yıllık geçmişi olduğunu söyler Pavli Panayırı’nın. Panayır, büyük bir kararlılıkla ve hiç değişmeyen tarihiyle, hangi şartlar altında olursa olsun, her yıl Eylül ayının 18’inde başlar ve 5 gün sürer.

Pomaklar.net's Fan Box

Pomaklar.net on Facebook