Yazar: Ertuğrul Aladağ
Bu Blogda Ara
30 Nisan 2007 Pazartesi
Aşkım Rodna/ Bir Pomak Öyküsü
Yazar: Ertuğrul Aladağ
22 Nisan 2007 Pazar
Bir Pomak Köyü Hasanbey
20 Nisan 2007 Cuma
19 Nisan 2007 Perşembe
İskeçe İli Pomakları Kültür Derneği
İskece ili pomaklari kültür derneği resmen faaliyete geçti.
TARiH 4 NiSAN 2007 ÇARŞAMBA İSKEÇE ZİRAAT BANKASININ TAM KARŞISINDA.iSKEÇE İLİ POMAKLARI KÜLTÜR DERNEĞİ TABELASI ASILDI...
POMAK derneginin kurucu uyeleri.
1.TAHIR KONDE
Pomakça Gazete için Yeni Girisim
Selanik Ozel Pedagoji Akademisi ogrencilerinin cikardigi takvimde Turkce ve Yunanca'nin yani sira Pomakca 'Yeni Yiliniz Kutlu Olsun' yazisinin yer aldirilmasinin ardindan Pomakca bir gazete cikartilmaya calisiliyor. Gumulcine'de bulunan ''Pomak Arastirmalari Merkezi'' tarafindan desteklendigi one surulen 'Nazpres' gazetesinin yayinlanmasi icin calismalara hiz veriliyor.
Balkan Müziği İçin Bir Pusula Denemesi
Pomakların Yaşadığı Bölgeler ve Nüfusu
18 Nisan 2007 Çarşamba
Trakya,Ergene,Pavli-Pehlivanköy - 3 -
İşte bu köprünün yanıbaşı rivayete inat, bir şenliktir şimdi... “yarısında fenerler pırıl pırıl, yarısı kapkaranlık...” İşte bu pırıltıların yanıbaşındaki karanlık; bir zamanlar, Trakya’yı sevgiyle saran, kendine sanki “Trakya’nın Nil’i” hayranlığıyla baktıran Ergene’dir. Yanıbaşındaki bu görkemli şenliğin sesini duymaz artık... Kendinden bir şeyler yitirmiş insan misali; kirlenen suları ile, orada öylece sessiz, tarihte, kendisi için (sanki) boşa feda edilen bir yüreğe yanar gibi durur... Geçmişte su demek, 10.000 dekarlık Ergene Havzası için hayat demekti... Onlarca, yüzlerce ton buğday, şekerpancarı, çeltik, ayçiçeği demekti... Kısaca verimli bir Trakya demekti... Ayçiçekleri yani Günebakanlar, en soylu kalabalıklarıydılar Ergene’nin. Sonrası daha zordu Ergene için.. Kirlenen birçok şey gibi, Ergene de nasibini aldı bu kirlilikten. Ve günebakanlar birer birer eğdiler başlarını...
Yine bir rivayet
Osmanlı padişahı Abdülaziz güreşe meraklı olduğundan ve kendisi de pehlivan olduğundan, zamanın ünlü pehlivanlarını cariyeleriyle evlendirir. Padişah bu pehlivanlara toprak vererek, onları Büyükmandıra ve Pehlivanköy civarındaki verimli topraklara yerleştirir. Tarihçilerin belirttiğine göre, bölgede isim yapmış pehlivanların yetişmiş olması bölgenin cumhuriyetten sonra Pehlivanköy olarak anılmasına neden olmuş. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yörede önceleri Rumların ve Çerkezlerin yaşadığı bilinmektedir. Pehlivanköy I. Dünya Savaşı sonrası Yunan işgaline uğramış ve önemli direnişlerin merkezi olmustur.
Güneş doğuyor ve sabaha, pis bir Ergene kokusuyla uyanıyor Pavli...
Eylül sabahlarının serinliğine inat, rüzgar alıp başını kaçıyor. Rivayetteki o meşhur pehlivanların aksine, ”pes” etmiş bir görüntü veren Ergene, güneşin ilk ışıklarıyla, kendini olduğundan farklı göstermeye çalışıyor... Ama belli ki; hala ve hayli yorgun... O’nun bu hali, dalıp giden gözlerimizin önüne; geçmişteki tanıklıklarını getiriyor. Aynı, eskiden olduğu gibi taşkın ve coşkulu...
Söğüt dallarının sularını yaladığı kıyısında sabahlara kadar yakı lan ateşlerden, Güzel Marmara (köpek öldüren) eşlikli muhabbetlere,hey gidi “Miryana, Sazan, delikanlı Hasan” dedirten, delikanlı ve bıçkın arkadaşlıklardan, güzel buluşmalara ve “Arzu ile Kanber”i kıskandıracak nice aşklara kadar......
Trakya,Ergene,Pavli-Pehlivanköy - 2 -
Trakya,Ergene, Pavli-Pehlivanköy- (2)
“...Ve duyuluyor çok uzaktabir tren sesi...”
Panayır alanı yöre halkının içten ve sıcak duygularıyla hayat buluyor. Ovanın ortasından, kasabanın kalbinden geçmekte olan tren onları ne korkutuyor, ne de rahatsız ediyor. Vakit akşam olduğunda, özellikle kadınlar ve çocuklar, günde yalnızca iki kez istasyona uğrayan “treni” ve ovadaki eğlenceleri izlemek için, rayların az ötesinde, hafifçe yüksek bir yerin kenarına ip gibi dizilip, günebakanlarını çıtlatıyorlar. Daha geri planda, panayır alanıyla sınır olan kahvehanelerde de durum farklı değil, yalnızca figüranlar değişik. Yörenin erkekleri, rayların ardındaki yolun kenarına sıralanmış ağaçlıklı kahvehanelerin gölgeli bahçelerinde, büyük bir zevkle çaylarını hüpürdetip, ‘muhabbetlerini’ koyulaştırıyorlar. Trenler, ilçenin askere gidecek gençleri için de ayrı bir önem arz ediyor. İlçede, askere gidecek gençler, tren istasyonunda yapılan törenlerle uğurlanıyor. Yöre halkı bu uğurlamayı, “asker düğünü” olarak adlandırıyor.Bir Çorlu, bir Lüleburgaz, bir Babaeski için E-5 karayolu ne anlam ifade ediyorsa, Pehlivanköy için demiryolu aynı şeyi ifade ediyor -sapa kalsa bile -. İstasyon binalarının bildiğimiz o kendine özgü yapısı, Pehlivanköy’e ayrı bir hava veriyor. Kiremit ve sarı renklerle boyalı, iki katlı bu taş bina, 1889 yılında yapılışından bu yana zamana meydan okuyarak, özgün duruşunu korumuş. İstasyon binaları, Şark Demiryolları adındaki bir Fransız şirketi tarafından yapılmış ve Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk’ün ulusallaştırdığı demiryollarının, yani TCDD’nin malı olmuş.
Panayırın Kapısı
Bir anlamda panayırın kapısıdır tren yolu. Aynı zamanda, İlçe merkeziyle panayırın kurulduğu ovanın sınırı. Rayların ötesindeki dünyaya karışmak için sadece bir adım atmak yeterli. Adımınızı atmanızla birlikte, “Kenar mahallede bir pazar günü”nü anımsatan pazaryeri ile başlayan panayırın renkli dünyasına girersiniz. Bir an aklımıza düşen “pazarcı imajı”nın aksine; satıcıların mallarını satmak için sürekli bağırdıkları bir pazar yeri görünümü yoktur. Bu kakofoni içinde sesini duyurmak gibi bir kaygıları da yoktur. Panayırın sesiz ama neşeli ve bilgiç havası, insanların ne amaçla geldiği, çoğunluğun birbirini tanıdığı, kimin alışveriş yapıp, kimin yapmayacağınının çoğunlukla bilindiği izlenimini verir. Satıcılar büyük bir sükunetle işlerini yaparlar. Burada gözümüze en çok çarpan helvacılar oluyor. Herhalde bu kadar çok helvacının bir arada olduğu bir yer çok nadir görülür, neredeyse iki pazarcıdan biri helvacıdır. Susamlı, koz, pembe gofretli helvalar...
Bu renk ve tat cümbüşü, çocuklar için ne çok şey ifade ediyor olmalı. Zaten panayıra gelirken, annesinden “mutlaka helva alınacağına dair” güvence alan bir çocuğa, “hadee elva” diye bağırmanın bir gereği de kalmaz sanki...
Neyse, bizim de canımız (ilgimizi de) çektiğindendir ki, “ya şundadır, ya bunda...” deyip, bu kadar çok helvacı arasından birisine yöneliyoruz... Yaptığı nefis helva bulamacından bir parmak taddıran ustaya, helvanın tarifini soruyoruz. Büyük bir gururla; “ustalık” diyor ve tarifini sadece kendine saklıyor.Yolumuzun üstü, oyuncakçılar, elbise ve iç çamaşırcılar, çorapçılar, ayakkabıcılar, nayloncular, hediyelik eşya satıcıları... arada çayhaneler... tostçular, kuruyemişçiler, ara ara köftecilerle dolu. Tam bir pazar cümbüşü, hırdavatçılar ve kasetçiler de ekleniyor bu cümbüşe. İlerledikçe davul zurna sesleri artıyor, bir başka duyguyla ilerliyoruz şimdi... Buraya gelmeden önce, bu panayırın her yönüyle renkli olduğu yönündeki kanaati herksin vardır, coşkulu davul zurna seslerini içimizde duydukça, daha da güçlendiriyor bu kanaatleri. Panayırın asıl özüne doğru yaklaşıyoruz. Tam burada tarihin sesi duyuluyor: Davulların ritminden süzülen ahenk, sanki 110 sene öncesinden çıkıp gelen, Çerkez kabilelerinin, yaşadığı Pavli ruhunu yansıtıyor ve panayıra damgasını vuruyor. Heyecanımız ve bu renklilik karşısındaki hayranlığımızla birlikte merakımız da giderek artıyor.
Trakya,Ergene,Pavli(Pehkivanköy)-1-
“...Ayçiçeği yiyen çocuk
yün ören kadın
rakısını yudumlayan adam
Sokağa bakan her hangi bir oda arka bahçede
her hangi bir mermer masa...”
Edip Cansever ..
Güneş bu toprakları çok sever, yazın sonuna gelindiğinde bile kendini gösterir ve o uçsuz bucaksız ovayı ısıtmaya devam eder. Ustaca bir kıvraklıkla ilerleyerek Trakya’yı baştanbaşa dolaş an Ergene Nehri, güneşin ısıttığı bu ovayı sevgiyle sarar. Güneş ve Ergene verimlilik demektir Trakya Ovası için...ERGENE’nin sularını, güneşin kendini cömertçe sunduğu bu verimli ovaya, Türkiye’nin en küçük dört ilçesinden biri olan Pehlivanköy ayrı bir sıcaklık katar. İstanbul’dan Edirne’ye, Trakya’yı tam ortadan biçen E-5 karayolundan 20km. içeride oluşu bile bu sıcaklığı bozamaz.İSTANBUL’dan çıkıp, Lüleburgaz ve Babaeski ilçelerini geçtikten sonra, gündöndü tarlalarının arasından Pehlivanköy’e sapıyoruz. Doğanca ve Kuştepe(Pomak Köyü ) köylerini ardımızda bıraktıktan sonra ilçedeyiz. Bir bez-afiş karşılıyor bizi ilk: “Pehlivanköy Panayırına Hoşgeldiniz”. İlçe merkezine çok uzak olmayan panayır alanı hemen seçiliyor. “Bir başka çadır kent”.
İnsanlar, yaşamın acımasızlığına karşın, geçmişten kalan duygularını yaşatmak adına, yüzyıllık geleneklerini bir kez daha yaşatmak için, bu sımsıcak Pehlivanköy ovasında toplanmışlar.
Diğer köylerin kurulması 1877 Osmanlı-Rus savaşından sonraya rastlar. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, Gazi Osman Paşa komutasında yapılan Plevne savunmasına rağmen, Çatalca önlerine kadar ilerleyen Rusların önünden kaçarak bölgeyi terk eden halkın yerine, savaş sonrası imzalanan Ayastefanos antlaşması ile Bulgaristan’ın İzver ve Lofça bölgesinden göç eden Türkler gelip yerleşirler. Göçler nedeniyle bölgeden ayrılan Çerkez kabileleri, bu bölgeyi “Pavli” ya da “Pavlu” olarak adlandırmışlar.Adı Pehlivanköy Panayırı olarak geçse de, yöre halkı ‘Pavli Panayırı’ ismini benimsemiştir. Bazı kaynaklar 110 yıllık geçmişi olduğunu söyler Pavli Panayırı’nın. Panayır, büyük bir kararlılıkla ve hiç değişmeyen tarihiyle, hangi şartlar altında olursa olsun, her yıl Eylül ayının 18’inde başlar ve 5 gün sürer.